16 Eylül 2014 Salı

Magnet Çılgınlığı

Magnet delisi olduğumu söyleyebilirim. Çevremde de birçok benim gibi meraklı görüyorum, buzdolabı süsü biriktirenlerden, bu tarz oyuncakları takip edenlere kadar. Magnetler çocukluktan beri çok caziptir, çünkü görünmeyen bir güç tarafından yönetilirler, düşmezler, birbirlerini çeker ya da iterler, biz de şaşkın şaşkın bakarız.

Magnetlerle oynamak eğlencelidir, taşınabilir, buzdolabına, kalorifer peteklerine, özel panolara, oyuncakların içinden çıkan alanlara yapışabilir. Rahat hareket eder, küçük yaştan itibaren her çocuk için uygun materyalden üretilen, zararsız ürünler kullanılabilir.

Bu nedenle başladım bizde magnet oyuncak neler var diye. Mutlaka bulamadığım ürünler de olacaktır, yardımlarınızı beklerim:)

Melissa&Doug'un hem eğlenceli hem gelişimi destekleyen mıknatıslı oyuncakları var. Ben küçükken satılan kağıttan kesilen elbiseler gibi magnet bebek giydirme var. Ayrıca magnet dinozorlar da pek güzel! www.bambolini.com.tr'de bulabilirsiniz:



Imaginarium'da günlük planlama için magnetik pano oluşturulmuş. Beğenen minikler olacaktır:


Yurtdışında "construction kit" adı altında satılan bizde nadir olan ürünlerden bir tanesi. Ben daha önce farklı bir siteden benzer bir ürün almıştım ama mıknatıs çekimi az olduğu için istediğim figürleri yapamadım. Bu set umarım daha iyidir: www.yakala.co'da bulabilirsiniz. 


4M 'nin tasarıma da elverişli, Kendin Yap magnetleri çok eğlenceli. www.hepsiburada.com'da bulabilirsiniz:


Son olarak hem sağlıklı hem de neşeli-renkli magnetler için www.bekiddy.com'a bakabilirsiniz. Ahşap sayı-harf magnetlerinden, hayvan magnetlerine, panosu hazır teneke kutu magnetlere kadar çok çeşitleri var:









Yurtdışından da magnet oyuncak alırım diyenlere:




Keyifli oyunlar:)














Anne Ben Güzel Miyim?

Küçük yaştan itibaren güzel olma, beğenilme, takdir edilme önemlidir her çocuk için. İçinde bulunduğumuz dönemde özellikle kadın bedeninin sıkça göz önünde olması kız çocukları için güzel olma "ihtiyacı"nı tetikliyor. Artık güzel olma maalesef bir istek değil, kabul edilme, değer verilme, onaylanma için bir ihtiyaç haline gelmiş durumda. Reklamlar, oyuncaklar, fotoğraflar, çevresindeki yapay güzellikler derken dış güzelliğe yatırım artıyor, iç güzellik adı üstünde olduğu gibi içeride kalıyor:) Tabi her tuzak gibi, bunu da aile tutumları ile dengeleyebiliriz. Özellikle Barbielerin hedef alındığı bir dönem vardı, kız çocukları için uygunsuz bir hedef, model oluyor diye. Bu konuda klinik psikoloji uzmanlığını beden imgesi üzerine yapmış bir psikolog arkadaşım şöyle bir şey söylemişti: Eğer anne kızını alıp Barbie'yi birlikte incelerlerse çocuğun bakış açısı değişecektir. Bak kızım görüyor musun, bu kadar uzun bacaklara böyle minik ayaklar olmaz, bu gerçekçi değil, düşer yoksa bu kız:) gibi. Bu durum sadece kız çocuklarını değil, harika bir görünüm bekleyen erkek çocuklarını da etkiliyor tabi. Her ne kadar kaslı, yarı çıplak erkek reklamı daha az görünse de öyle olmak isteyen erkek çocukları çok fazla.

Barbie'nin gerçekçi hali

Makyajsız Barbie



Seyrettiğim animasyon filmlerindeki harika vücutlu Fiona'dan, Karlar ülkesindeki Elsa'ya kadar hepsi özendirici. Hatta Shrek'teki Fiona ile iç güzelliğe sahip büyüsüz haldeki Fiona'nın dış görünüşlerinin taban tabana zıt olması da tesadüfi değil tabi. Bu çizgi filmleri ilerleyen dönemde birçok açıdan değerlendireceğim.

Bu konuda beni etkileyen videoları paylaşmak istiyorum. İlk iki video TED Talks'a ait. İlki "git kendini öldür, dünyanın en çirkinisin" denilen bir kadının görünümüyle ilgili keşifleri ve kendine verdiği değer hakkında. Buyrun (video İngilizcedir):



Bir diğeri çok beğendiğim model Cameron Russell'ın videosu. Günlük yaşamı ile yaptığı-sunduğu fotoğraf çekimleri arasındaki farkı göstermesi muhteşem. Hele bir gün önce bir dergi kapağında verdiği seksi pozun yanında ertesi gün büyükannesiyle verdiği doğal poz görülesi! Not: Sunuma başlamadan gösterdiği giysi performansı da iyi düşünülmüş. Buyrun (video İngilizcedir):


İki konuşmayı arka arkaya izlediğimde büyülendim diyebilirim. Kısa, öz, vurucu, kişisel deneyim odaklı, iki farklı uçtan yakın gözlemler. Mutlaka kız ve erkek çocuklarınızla izlemenizi öneririm. Kızlarımız kendilerini güzellik için zorlamasın, erkek çocuklarımız sadece güzelliğin peşinde koşmasın diye.

Son olarak yakın dönemde kadının bedeniyle ilgili değişimin bir göstergesi olan kısa animasyonu da paylaşmadan edemeyeceğim:



Çocuklarımızı koruyalım derken bizim de bu tür mesajlara maruz kaldığımızı da unutmayalım. Büyük ihtimalle çocuklarınızla seyrederken kendiniz de etkileneceksiniz:)






1 Eylül 2014 Pazartesi

Çocuğum Para'yı Öğreniyor




Para kazanma, para harcama, para biriktirme derken çocuklar para kavramı içinde kayboluyor. Aslında birçok çocuk "annem babam çalışıyor para kazanıyor, baba paran var mı, bunu alabilir miyiz" diye cümleler kuruyor.  Ama tam hesaplayamıyor, kafası karışıyor. Maalesef para kavramını anlatan, çocuğa uygun açıklayan, denemeler yapan aile sayımız oldukça az, buna uygun akademik çalışmalar ya da okul eğitimi de sınırlı. "Para ağaçta yetişiyor mu sanıyorsun" deyip sıyrılanlar, azarlayanlar da çok açıkçası. Ayrıca çocuklara sürekli "harca harca harca" diyen bir sistem var. Çizgi film kahramanlı kazaklar, yiyecekler, oyuncaklar, kalemler vb. Her yer reklam dolu. Reklamları engellemek mümkün değil ama onları seçmek ve çocukların doğru algılamasına yardımcı olmak mümkün! ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, bir çocuk yılda 40.000 reklama maruz kalıyor. Bizdekini bilmiyorum ama çok da az değildir eminim. Şu çocuk kanallarının reklamları yeter de artar!

Bu nedenle maaşını alıp saçan, kredi kartına yüklenen, hesabını kaçıranlar yetişkinlikte çok oluyor. Peki hangi yaşta neler yapılmalı, nasıl öğretilmeli? Çocuklarımızı cimri Bay Yengece çevirmeden para kavramını nasıl anlatalım:)

3-5 Yaş: Bu yaş için kontrol ve isteği erteleme başladığı için, "satın alman için beklemen gerek" kavramı yerleştirilmeli. Aynı zamanda biriktirmeye de bu yaşta başlanabilir. ABD'de başkanın mali danışmanı olan Beth Koblinet para konusunda bu yaş grubu çocuklarına ders bile veriyor! Aynı zamanda "Get A Financial Life" adında New York Times Bestseller'a sahip. Bu yaşta, 4 yaş gibi, çocuk paranın bankadan çekildiğini bilir. 5 yaşta işe gidince para geldiğini net bir şekilde anlar.



Önerilenler ise 3 kavanoz oluşturmak: Biriktirme Harcama Paylaşma. Her bir kavanoza para konulduğunda o konuda konuşmak önemli.
Biriktirme: Uzun süreli yatırımlar için, yaz ya da kış için planlar olabilir.
Harcama: Kısa süreli hedefler için, haftasonu ya da belli bir oyuncak için olabilir.
Paylaşma: Bir yere bağış, arkadaşa alınacak bir hediye olabilir.
Olabildiğince her kavanoza eşit-yakın para koyma önemli. 3 çeşit kumbara ile çocuğunuz paranın sadece harcanan değil, biriktirilen ve paylaşılan bir şey olduğunu da öğrenmeye başlayacaktır. Ayrıca 3-5 yaş arası yemek, lokanta oyunlarını severler. Mutlaka para ödemesi olsun oyunda:)

6-10 Yaş: Paran senin ama harcamayla ilgili seçim yapman gerek, düşüncesi yerleşmeli. Bu yaştaki çocukta temel hedef, paranın biten bir şey olduğunu kavraması. Ben param bitince babama "git bankadan çek işte" derdim:) Aynı onun gibi:)
Bu yaşta para harcama seçimi için örnek olunmalı, çocuğun gözüne sokmadan:) "bu meyve suyunu alıyorum çünkü hem içeriği doğal hem diğerinden ucuz", "bu cips yerine şu şekerden iki tane alabiliriz" gibi. Ayrıca çocuğunuza markette bir bütçe ayırabilirsiniz, 5-10 TL gibi. Burada kendi istediği meyve, içecek ve sizin izin verdiğiniz ürünleri seçebilmesi için. Onları alırken de hesabını yapmasını isteyebilirsiniz. Market listesini yazmanıza yardım edebilir, evi birlikte gezebilirsiniz, ne eksik yani ne'ye ihtiyacımız var? Markette de bunu bazen dile getirmek iyi olacaktır? "bunu alsam mı, yok ya ihtiyacımız yok şimdi" gibi. İstek ve ihtiyaç farkı yavaş yavaş belirlenmeli. Monopoly gibi oyuncak paralı oyunlar da çocuğunuzun para isteğini gösterecektir: Parasını durup durup sayanlar, harcayamayanlar, her yere dağıtanlar gibi. Bu yaşta kredi kartının ne olduğunu, onunla da para ödendiği açıklanmalı. Sadece daha paranın geç ödendiği söylenmeli. Harçlığa gelince, ilkokul çocukları (1-4.sınıf) günlük harçlık alabilir. Ortaokuldan itibaren haftalığa geçilmeli. Lisede kesin aylık olmalı. ATM'den birlikte para çekmek, bankaya gitmek de deneyim olabilir.



11-13 Yaş: Para biriktirme önemli bir adım bu yaşta. Harcamanın ergenlikle birlikte aktifleştiği sırada harcadığına yakın ya da belirlediğiniz miktarda biriktirme önemli. Sayısal değerler daha anlamlı şimdi, ayda 40 TL biriktirirsen bu yılda neredeyse 500 TL oluyor, 10 yılda 5000 TL, gibi.

14-18 Yaş: Bu yaşta artık daha aylık-yıllık para konuları konuşulabilir. Yıllık lise, üniversite ücretleri, bazı meslek gruplarının en az ve en yüksek olabilecek maaşları gibi. Dönemin harcamaları ev kirası, araba fiyatları gibi.

18+ Yaş: Aylık harcama planı ve düşük limitli kredi kartı kullanımı önemli. Ailenin kredi kartı ödemesini gencin yapmasını sağlaması iyi bir adım olacaktır.

Keyifli para biriktirme, harcama ve paylaşmalar dilerim...

NOT: Bu yazıda www.forbes.com www.usnews.com www.cnn.com ve www.wikihow.com'dan yararlanılmıştır.

Kayıp Balık Nemo



Çocuk filmlerine oldum olası bayılırım, izlerken de kendimce not alırım. Sizinle severek, bayılarak izlediğim Nemo’nun hikâyesiyle başlamak istedim. Yazı kesinlikle önbilgi-spoiler içerir, dikkat!
Bir palyaço balığı olan Marlin, belki de karısının zamansız ölümü nedeniyle küçük oğlu Nemo için fazla kaygılanmaktadır. Ancak Nemo'nun da kendi başına hareket etmesi gerektiği zamanlar gelir çatar. Deniz altı dünyasının okuluna gidip, eğitim görmek zorundadır. Nemo bu okula giderken Marlin'in korktuğu başına gelir ve oğlu arkadaşları ile oynadıkları tehlikeli bir oyun sırasında gözünün önünde kaybolur.” diye açıklamış ne güzel http://tr.wikipedia.org/wiki/Kay%C4%B1p_Bal%C4%B1k_Nemo

Önce filmin adından başlayalım. İngilizcesi “Finding Nemo” yani “Nemo’yu Bulmak”. Burada hem kaybolan Nemo’yu babasının bulması hem de Nemo’nun kendi içindeki gücü, cesareti bulması vurgulanıyor. Ama gelelim çevirisine, “Kayıp Balık Nemo” çok net, ama karamsar bir seçim olmuş bir çocuk filmi için, İngilizcedeki motivasyonu beklerdik:)

Film masmavi bir denizde başlıyor, hemen kendimi kaptırıverdim. Anne ve baba palyaço balığı arasındaki konuşmaya şahit oluyoruz, iyi komşulardan, çevredeki iyi okullardan bahsediyorlar. Daha filmin açılışında birçok anne babayı temel kaygılarından yakalayıveriyorlar: Güvenli çevre ve iyi eğitim. O sırada kamera bir sürü balık yumurtasına dönüyor ve yeni bir ebeveyn korkusu duyuyoruz babadan-Marlin’den: Ya beni sevmezlerse. Her anne babanın korkusudur çocuğu tarafından sevilmemek, yeterince sevilmemek. Bunu dile getirerek bu soru’nun evrenselliği de vurgulanmış oluyor. Tabi birkaç dakika keyifli sohbet ve görselliğin ardından o korkutucu sahne çıkageliyor, dev bir barakuda anne-baba palyaço balığına bakıyor. Burada annenin yavrularına yönelmesiyle babanın anneyi kurtarma çabası göz dolduruyor ve Marlin barakudanın darbesiyle karanlığa gömülüyor. Her travma kişinin zihninde bir karanlık taraf olduğu için karanlık da filmde devreye giriyor. Birçok çocuk için ürkütücü, kaygı verici bir sahne olduğunu söyleyebilirim. Anne ve babanın varlığında bile zarar görebilme ihtimali baş etmesi zor bir düşüncedir çocuklar için. Derken Marlin Nemo’yu buluyor ve onu daha doğmadan sakinleştirmeye başlıyor: Geçti canım, baban burada, yanında, söz veriyorum sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Babanın yaşadığı travma ileriki dönem için kontrol ihtiyacını arttırıyor, bunu Nemo’ya aşılıyor.


Tabi bu olaydan sonra bir anda Nemo büyüyor ve okul çağına geliyor filmde. Ve o anda Nemo’nun bir küçük uğurlu yüzgecini görüyoruz, hemen her çocukta olabilecek bir yetersizliğin temsili olarak. Babanın ne durumda olduğunu Nemo’nun yaşadığı yerden çıkmasıyla hemen anlıyoruz, baba hala kaygılı: Nemo kımıldama, oradan, tek başına çıkamazsın… Nemo kurtulunca da: Neren kanıyor? Kan beynine hücum etti mi? Bu yıl okuldan emin misin? 5-6 yıl sonra git. Unutmaman gereken şey okyanus tehlikelidir. Nemo’nun büyüyene kadar ne kadar korkutulduğu ortada ama Nemo inatçı, ayrılmak, bireyselleşmek ve keşfetmek istiyor. Babanın tüm ısrarlarına, okul yolundaki uyarılarına rağmen okul alanına geliyorlar. Okul alanı dediğimiz de resifin harika bir yeri.her ne kadar Marlin ne kadar Nemo’dan ayrılırken zorlanıyorsa örnek bir balık anne de hemen sahneye giriyor. Ağzını kocaman açıyor ve rahatlıkla çocuklarıyla vedalaşıp dönüp gidiyor. Kaygılı bir babayı dengelemek için kaygısız bir ebeveyni de sahnelemişler. Hemen okul ortamı içinde farklı özellikteki balıklar, balık grupları göze çarpıyor. Biraz Amerikan klişesi de kokuyorlar, zorbalar-bully’ler.


Birden harika sesiyle bir vatoz görünüyor, öğrencilerine sesleniyor, neşeli, büyük, kapsayıcı. Ve küçük balıklara: Gelin kaşifler! diyor, bir öğretmen için ne güzel bir cümle! Bu arada hemen Marlin araya giriyor ve başlıyor Nemo’yu anlatmaya: Dinlensin, çok yüzemez… diye devam ediyor. Diğer ebeveynler bırakırken Marlin “vadiyi” duyunca takılıyor grubun peşine. Nemo babadan ayrılırken çok rahat ama baba öyle değil, kontrol edemediği bir alanda, kontrol edemediği kişilerle oğlu bir arada!!! Derken öğretmen bir yerde duruyor ve yaramaz bir grup balık gruptan uzaklaşıyor, merak içinde olan Nemo takılıyor peşlerine. İnsanlara ait ile nesne görünüyor, bir tekne. Merak içinde ona bakıyor ufaklıklar, bir de güzel isim takmışlar: Teneke. Çocukların basitliği, netliği burada yine devreye giriyor. Tenekeye dokunma konusunda konuşurken Nemo’nun iç sesi devreye giriyor: Babam tehlikeli olduğunu söyledi. Evet, çocuklarla doğru iletişim kurulduğunda siz olmasanız da sınırlarınız devam eder. Ama maalesef filmde iç ses gerçek oluyor ve Marlin birden beliriyor, iç ses dışarı çıkıyor ve bir direnç-inatlaşma oluşuyor. Baba Nemo’yu dinlemeden, “sen bunu düşünüyordun, ben olmasaydım giderdin, tamam okula 2 yıl sonra başlıyorsun” diye konuşmaya başlıyor, hatta ceza bile veriyor. Oysa ki Nemo öyle bir balık değil, kendisini korumasını öğrenmiş. Ama bunu babasına göstermek için sınırın dışına çıkıyor, burada sınır da okyanusun büyüklüğü ve bulundukları resifin bittiği yerle temsil edilmiş, harika bir sahne. Derken Nemo babasına: Senden nefret ediyorum, diyor. Yani, olduğun bu babadan nefret ediyorum, demek istiyor. Ve tenekeye doğru yüzüyor. Marlin o sırada bağırıyor: Başka balığın eline düşeceksin, ben kurtarmak zorunda kalacağım. Babanın bir kaygısı da kendisinin zorlanması ve çocuğunun baş etme becerisinin farkında olmaması. Bu sahnelerde anne yerine baba figürünün kullanılmasının çok daha mantıklı olduğunu düşündüm. Birçok filmde-çizgi filmde anne ön plandayken babanın da ebeveyn rolü harika verilmiş. Derken Nemo tenekeye yüzüyor, babasına bakarak ona dokunuyor, fakat dönerken insanoğlu tüm doğa bozuculuğu ile orada beliriyor ve Nemo’yu yakalıyor. Bir ses geliyor Nemo’dan: Baba yardım et! Çocuklardaki sevgi-çaresizlik-yardım isteği-bireyselleşme hepsi bir sahnede verildi işte. Tabi Marlin deliriyor! Fotoğraf makinesinin flaşıyla bayılıyor, ayılınca yüzüyor yüzüyor ama Nemo çoktan gitti… Sadece bir dalgıçtan düşen deniz gözlüğü elinde kalıyor.


Marlin balıkların arasına karıştığında Dori ile karşılaşıyor Dori bizim bildiğimiz balık hafızalı balıklardan. Balık hafızası nedeniyle kaygısı yok, rahat, anlık yaşıyor. Yani Marlin’in tam tersi, onu dengelemek için harika bir karakter benceJ birlikte yol alıyorlar ve Marlin Dori’nin hafıza durumunu komik bir şekilde öğreniyor. O sırada bazı balıklarla karşılaşıyorlar ve palyaço balığından fıkra anlatmasını istiyorlar. Bu okul tanışmasında ve ileriki sahnelerde de var, dış görünüş-ad-ünvan sebebiyle aslında olmadığımız biri gibi algılanmamızın bir resmedilişi aslında. Ve Marlin hiç komik olmayan bir palyaço olarak aslında çocuğumuzun yaşadığı durumu harika anlatıyor. Bunun hemen arkasından dev bir köpekbalığı beliriyor ve bu önyargının dış görünüşle ilgili olan kısmı devreye giriyor: Köpekbalıkları tehlikelidir. Fakat bu köpekbalığı kendiyle mücadele halinde olan, vejetaryen, sevimli bir köpekbalığı, hatta kendisine destek olsun diye bir adsız-balık yemezler grubu bile kurmuşJ Dori ve Marlin bu gruba bir anda misafir oluyorlar. Bu sırada herkesin bir sınır-zaafı vardır, diye düşündükleri için sanırım küçük bir darbe sonra Dori’nin burnu kanıyor ve köpekbalığımız canavara dönüşüyor. Bazı çocuklar için bu biraz korkutucu olabilir, dikkat.

Marlin köpekbalığından kaçarken Nemo kendini bir akvaryumda buluyor. Anlıyoruz ki bir diş hekimi dalış sırasında Nemo’yu bulmuş, muayenehanesindeki akvaryuma getirmiş. Akvaryumda tam bir hiyerarşi ve işbölümü var, bir deli sarı balık, aklı selim bir deniz yıldızı, kibar bir çöpçü görevi üstlenen balık, deneyimli bir balık.

Diş hekimi seçmelerini çocukların korkuları açısından çok uygun gördüm, keyifli bir ortam, hayvansever bir diş hekimi. Sadece yavru Nemo’yu alması dışındaL neyse, Nemo kendini akvaryumda buluyor, tam ceza olduğunu anladığı sırada cezanın cezası ortaya çıkıyor, Darla. Her aldığı balığı poşetinde sallayarak öldüren, diş hekiminin yeğeni Darla. Ve öğreniyoruz ki yeni hediyesi Nemo. O sırada Nemo bunları duyunca hava borusuna giriyor ve herkes yardıma koşuyor, bir ses duyuluyor: Kimse dokunmasın, kendin girdin kendin çıkarsın. İlk sahnede Marlin’in kaygısının aksine “kendin dene” diye, bir yüzgeci olmayan akvaryumun “babası” devreye giriyor ve Nemo bunu başarıyor. Akvaryumun akşamında da Nemo’nun gruba kabulü için bir sınav yapılıyor, görünürde korkunç olan sınavdan Nemo bir adımda geçiyor. Ve tek yüzgeçli balıktan filmin cümlesi geliyor: Nemo seçilmiş balık. Çünkü sadece o havalandırmadan geçebilecek büyüklükte. Bu seçilmiş kişi kavramı hepimizin biricikliğine bir vurgu yapıyor aslında, Matrix’te tavan yapan bu kavram çocuk filmlerinde de kendine yer buluyor. Tüm çocuklara: Sen de bu hayatta bir şeyleri yapabilmek için seçilmiş kişisin, diyor.

Bu sırada Dori ve Marlin denizin çooook çoook derinlerinde yolculuklarına devam ediyor. Aldıkları yardımla Marlin yolu tarif etse de çok bilmiş Marlin denizanaları arasından gitmeye zorluyor ve yanlışını anladığında iş işten geçmiş oluyor. Denizanaları arasıdan hafızası bozuk bir balıkla ortada kalan Marlin’in imdadına hep hayatımızda olduğu gibi “oyun” yetişiyor. “Evet şimdi bir oyun oynayacağız, yüzgeçlere dokunmak yok, sadece üstlerine zıpla!”. Her şeyi unutan Marlin tabi oyunun gücüyle bunu unutmuyor. Tıpkı çocukların oyun kurallarına sıkı sıkı bağlanması gibi, “hayıııır kural böyle değildi, böyle dememiştin!” diye sesler kulağımda yankılanıyor. Bu sahne aynı zamanda zor bir anı oyunlaştırma, Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filmini çağrıştırdı. Bir babanın çocuğuna savaşı oyun gibi sunmasını üzülerek izlemiştik.



Bu sırada Nemo üzgün üzgün akvaryumun içinden bakarken görülüyor. Baba ve oğul ikisi de umutsuz durumda. Akvaryumun babası ise Nemo’ya babasının kendisini mutlaka aradığını söylüyor, Nemo ise “O beni aramıyor ki” diyor. Çocuklardaki hayal kırıklığı ile umut birbirine çok yakındır. Burada “aramıyor ki” dediği, “arar ama ya bulamazsa” korkusuyla da birlikte geliyor. Derken Nemo’nun kaçma denemesini görüyoruz ve burada dikkati çeken Nemo’nun yeni ismi: Balık Yemi. Balıkları cezbeden, ama kandıran, küçük tatlı yiyeceklerdir balık yemleri. Nemo da burada biraz “yem” oluyor deneme için. Ama hevesimiz kursağımızda kalıyor, ilk deneme başarısız oluyor. Burada Marlin gibi aşırı kaygılı bir babadan, çocuğunu tehlikeye atan bir babaya geçiyoruz. Her ikisi de baş etmesi zor bir durum çocuk için. Neyse Nemo kurtuluyor.

Nemo denemesini bitirirken Dori’yi kurtaran Marlin, baygın bir biçimde bir denizkaplumbağasının üzerinde gözlerini açıyor. Şaşkınlıkla grubu izliyor, Dori’yi görüyor. Dori’ye kaygıyla yaklaşsa da onun yavru kaplumbağalarla oynamasını görünce rahatlıyor. Derken bir baba kaplumbağa oğlunu akıntının dışına atıyor ve Marlin hemen kurtarmaya giderken, baba kaplumbağa: Dur bakalım, kendi nasıl yüzüyor? Yani, dur bakalım becerisi ne, dur bakalım gözüm üzerinde, ben de babayım merak etme, davranışı gösteriyor ve yavru kaplumbağa büyük bir güvenle akıntıya geri dönüyor. Ve Marlin hep içinde olan soruyu soruyor: Tek başlarına mı? Hazır olduklarını nasıl anlıyorsun?! Cevap basit: Anlayamıyoruz, zamanı gelince kendileri bilir. Annebabaların çocuklarını gözlemlemelerini, kontrol etmelerini ama engellememelerini anlatan kısa bir sahne. zaten film çocuk filmi değil, annebabalara ders sanki:)

Böyle böyle kamplumbağadan balığa, balıktan yengece, yengeçten pelikana Marlin’in macerası Nemo’ya kadar gidiyor. Pelikan Marlin’in macerasını anlatırken Nemo’nun yüz ifadesi ve “o benim babam” demesi hayranlık verici. Sevdiğim bir kitap olan Var Olan Annenin Yokluğu’nda “her çocuk annebabasını sevme kapasitesiyle doğar” sözü geldi aklıma. Bence sevme ve bir döneme kadarJ hayran olma. Çocuk ayrıştıkça Süpermen olan annebaba maalesef Clark  Kent’e döner ki bu da istediğimiz bir şeydir.

Babasının cesaretini duyan Nemo da aşka gelir ve hemen kaptığı minik taşı akvaryuma koyar, planı başlatır. Ama o sırada tehlike yuvası okyanusta Marlin ve Dori’yi balina yutar. Marlin umutsuzdur ve Dori’ye: Nemo’ya ona kötü bir şey olmayacağına söz vermiştim, der. Dori belki en akıllı lafını eder: Komik bir söz vermişsin. Çünkü o zaman hiçbir şey olmaz, hiç eğlenemez. Tehlike sınırını bilmek, uyarmak, göstermek, birlikte deneyimlemek önemlidir ama çocuğu bu sınırdan uzakta tutmak hem kendini korumasını engeller hem de gerçekçi değildir. Aşırı koruyucu, akvaryum ebeveynler maalesef çocuğun benlik gelişimi için zorlayıcıdır.

Sonunda balinadan kurtulurlar, sevimli pelikan Marlin ve Dori’yi muayenehaneye getirir. Nemo da bir yolunu bulup dışarı çıkar, ama babası Nemo’yu öldü zannedince işler karışır -Burası biraz sürpriz olsun- Sonunda Dori’nin harika hafızası sayesinde baba oğul kavuşur.



Ama okyanusun acımasızlığı devam eder, pardon insanoğlunun her yerde karşımıza çıkması. Filmin başında Nemo’yu alınca başlayan bu heyecan filmin sonunda Nemo ve diğer balıkları avlayana kadar devam ediyor. Nemo’nun ve babasının son sınavını burada görüyoruz. Başaracağımdan eminim baba! Babaya direniş ve karşısında direnişe katılan bir baba. Kurtulmanın ardından Nemo hafif yaralanır ve baba Nemo’yu ilk saldırı anında bulduğu hali hatırlar. Burada annebabaların her zaman dediği: Sen benim için hep bebeksin, sözü anlamlı oluyor. Ayılan Nemo babayı derinden yakalar: Senden nefret etmiyorum baba. Her annebabanın bildiği ama ilk nefret söylemiyle karşılaştığında üzüldüğü bir durumdur bu, seni sevmiyorum, senden nefret ediyorum, keşke annem-babam olmasaydın, keşke beni doğurmasaydın gibi. Burada karşı konulamaz annebaba bağını yırtıp atmak için söylenen ama bu bağı ayakta tutan bir istek var: Bunu desem de beni sevmeye devam et:)

Veee mutlu son, Marlin’in bu sefer Nemo’yu ilk okul sahnesindeki gibi üstünde zıplayarak uyandırdığını görüyoruz. Rahatça okula gidiyorlar, baba el sallıyor, Nemo geri dönüp sarılınca biraz bırakmak istemese de durumu çaktırmıyor:) Bu sahnede Nemo kadar Marlin’in de kendini açtığı, palyaço balığı olarak ilk esprisini yaptığını görüyoruz. Dori nerde demeyin, köpekbalıklarıyla birlikte.

Aklım akvaryumdaki balıklarda kaldı diyenler merak etmesin, onlar da son model temizleme aletini bozup kendilerini okyanusta buluyorlar.





Eveeet, muhteşem bir müzik eşliğinde filmimiz Nemo uzaklaşırken bitiyor. Filmin müzikleri Thomas Newman’a ait, kapanış müziği ise “Beyond The Sea” Robbie Williams tarafından seslendirilmiş. Filmin hafifliğini, mutluluğunu ve sonunun rahatlığını yansıtıyor. Tabiii küçük sürpriz sevenler buraya, yazılar akaıp gidiyor gidiyor. Derken lambalı korkunç balık ve önünde titreyen minicik bir balık beliriyor. Hepimiz korkarken o küçük balık tüm sahneyi yutuyor. Pixar’ın son sözü: Küçük balık büyüğü yer:)